Etrafınızı sarmış, ‘guru’lukları kendilerinden menkul, bunca gürültüye rağmen hala tek bir başarılı işe imza atamamış ‘sosyal medyacı’lardan sıkıldınız mı? Peki, her kampanyada “mikrosite yapalım” temcit pilavını önünüze süren ‘kreatif’ dijital ajansınızdan?
Sıkıldınız ama bir çıkış yolu da bulamıyor musunuz? Hatta çıkış yolu arayacak zamanınız bile mi yok? Dert değil. İşte size hızla uygulayabileceğiniz pratik ve leziz bir tarif:
Sosyal medya sosunun mikro siteyi nasıl değiştirdiğini anlamak için önce iki önemli kritere bakalım:
1. Kullanıcı kazanma maliyeti
2. Müşteri İlişkileri
1. Kullanıcı kazanma maliyeti
Geleneksel mikrosite pilavını pişirirken ne yaparız? İlk olarak bir sürü parayı mikrositemizi tanıtmak için harcarız. İkinci adımda da oturur, bekleriz.
Sosyal sosun katkısı:
Sosyal medya yoluyla sesimizi yükseltiriz, Facebook, Twitter ve video siteleri sayesinde mesajımızın / içeriğimizin kullanıcılar tarafından share edilip yayılmasını izler, ara ara mesajı biraz daha iteriz. Arkamıza yaslanıp, kullanıcı kazanma maliyetimizin zamanla düşüşünün keyfine varırız. (Paylaşmaya değer iyi bir içeriğimizin olduğu varsayımıyla yazıyorum).
2 – Müşteri İlişkileri
Geleneksel mikrosite pilavı tarifimizde, ilk aşamada sitenin bir yerine iletişim formu koyarız. İkinci adımda da kullanıcıların gelip bize email’lerini vermesini umarız. Daha tecrübeli bir aşçıysak, kullanıcıyı ‘cokie’leyip bol bol ‘retargeting’ yaparız.
Sosyal sosun katkısı:
Sosyal medyayı, kaliteli kullanıcı deneyiminin ayrılmaz parçası yapan siteler, kullanıcıyla daha uzun soluklu paylaşım yapar, daha fazla veri toplar. Üstelik, markaya değer katarken bunu giderek azalan maliyetle yapar. Mikrositeler, Facebook ‘Like’ları ve Twitter ‘follow’larını kolaylaştırdıkları oranda, kullanıcıyla bir seferlik, bazen de saha uzun soluklu data transferinin yolunu açar, giderek büyüyen veritabanlarının tadını çıkarırlar.
Gelecek yazıda: Markalardan iyi örnekler.